Wednesday, May 27, 2009

Bir cinayetin anatomisi

Merhaba dünyalılar,


Cinayet kelimesinin TDK Büyük Türkçe Sözlüğündeki karşılığı: “adam öldürme, adam öldürme derecesinde ağır suç.” olarak belirtilmiş. “Adam” derken kastedilen “insan” eşeklik etmiyoruz bunun için sözlüğe bakmıyoruz, ya da eşeklik bizde kalsın kendimizi önce sağlam kazığa bağlayalım diyoruz ve bakıyoruz: toplam on yedi anlamın ikisinin insan olduğunu görüyoruz – neden ikisi? Çünkü hem “adem” hem de “ar” kökünden adam kelimesine ulaşılabiliyormuş bunu öğreniyoruz- Her şeye baktık üşenmiyoruz “Öldürmek” fiilinin anlamına da bakıyoruz: “bir canlının hayatına son vermek.” daha başka bir çok anlam içinden -soğanın ölmesi durumu da var.- bizi ilgilendiren bu diye düşünerek devam ediyoruz. Diyebiliriz ki cinayet: “insan hayatına son verme, insan hayatına son verme derecesinde ağır suç” anlamına geliyor.


İnsan hayatına son vermek” kısmı yeterince açık. Daha az açık olan “insan hayatına son verme derecesinde ağır suç” kısmı. “İnsan hayatına son verme” ile denk tutulabilecek bir suç düşünüyoruz... Bulamıyoruz -ben bulamıyorum yani ama yazıya birinci çoğul kişi olarak başladım bozmuyorum- Koskoca TDK manyak mı? Evet, zaman zaman “izlengeç” gibi sapkınlıklar yapabiliyor bu kurum ama biz bunda bir ard niyet aramıyoruz, boş bulunuyorlar her halde. Neyse konudan uzaklaşmayalım; TDK kafamızı karıştırmak için uğraşmadığına göre bizde bir dingillik var demek. Hemen bir bilene danışıyoruz: “Cinayet dediğin ille de kanlı bıçaklı olmaz, aşk da bir cinayettir.” diyor Ferhan Şensoy, ona güveniyoruz. Koskoca Ferhan Şensoy, koskoca TDK ile bir olup bizimle dalga geçmek niyetinde değilse doğru iz üzerindeyiz.


Demek ki “İnsan hayatına son verme derecesinde ağır suç” denilen şey “aşk”. Geleneği bozmuyor hemen TDK Büyük Türkçe Sözlüğe bakıyoruz “aşk” için ne demiş: “Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, sevi, amor” Tanımdaki son kelime olan “amor” un Fransızca olmasının nedenini anlayamıyoruz, Fransızca bilen yurttaşlarımız için konmuş her halde oraya. Bu durum Ferhan Şensoy ve TDK'nın bizi kafalıyor olma ihtimalinden fena halde kıllandırsa da devam ediyoruz. Demek ki “aşırı sevgi ya da bağlılık duygusu” “adam öldürme” kadar ağır bir suç. Bu durumda TDK ve Ferhan Şensoy ile Türk Ceza Kanunun aynı fikirde olmadığına şükrediyoruz. Ya da aynı fikirdeler ama kanıtlanması zor bir suç olduğu için kimse hüküm giymiyor, bilemiyoruz.


Demek “aşk” dediğimiz tehlikeli bir durum bunda zaten hem fikiriz. Ancak nasıl suç oluyor bunu anlayamıyoruz. Aşık olduk diyelim birine. O kişiye “aşırı sevgi ve bağlılık duygusu” geliştiriyoruz. Eğer o kişi de benzer bir şekilde bize karşı “aşırı sevgi ve bağlılık duygusu” geliştirirse bunu adli makamlara bildirmeden çok kriminal bir hikaye yaşıyoruz. Burada bir sorun yok, zaten suç işliyoruz üstelik iki kişiyiz bildiğin “suç işleme amaçlı örgüt” -ki bu tanım Türk Ceza Kanununda var, aman diyeyim- kuruyoruz, kanunları sallamadığımız ortada. Demek ki iki eksinin bir artı ettiği bir durum bu “aşk” mevzusu.


Mesele o kişi de bize karşı “aşırı sevgi ve bağlılık duygusu” geliştirmezse başlıyor. Bu durumda bütün suç bizde oluyor. Üstelik örgütlü olmadığımız için hıyar gibi acı da çekme olasılığı var. Ancak “aşırı sevgi ve bağlılık duygusu” geliştirmemek suç değil. Diğer kişinin bir suçu yok ortada, aşık olmadı ki bize; o masum. Ama o da suç ortağımız olsun istiyoruz. Olmuyor işte bazen, suç işlediğimizle kalıyoruz.


Demem o ki eşeklik bizde. Durduk yerde elin insanına ne diye “aşırı sevgi ve bağlılık duygusu” geliştirir ki insan? Maalesef oluyor ama. Elde değil: her cinayet de taammüden işlenmiyor.

Paranoya, devrim ve giyotin...

Merhaba dünyalılar,

Deniz biyolojisine ayırdığım bunca yazıdan sonra biraz da tarih diyorum ve başlıyorum:

6 mayıs 1758 günü Maximilien François Marie Isidore de Robespierre dünyaya geldi. Babası Maximilien Barthélémy François Robespierre yeni doğan oğluna babasının da adı olan Maximilien'i uygun gördü. Aynı ismi kullanmak ya bir aile geleneğiydi ya da yaratıcılıktan yoksun bir aileydiler. Ancak küçük Robespierre otuz yıl kadar sonra tarihe adını silinmeyecek biçimde kazıyacaktı.

Küçük Robespierre onbir yaşını biraz geçmişken Korsikalı bir avukat da yeni doğan çok kısa boylu oğluna Napoloen adını koymakla meşguldü. Robespierre'nin henüz bundan haberi yoktu elbette. Bonaparte ailesinde çocuklarına aynı adı koyma geleneği henüz gelişmemişti bu eylemin gelenekleşmesi için küçük Napoleon'un baba olmasını bekleyeceklerdi.

Küçük Robespierre hukuk eğitimi almakla meşgulken Küçük Napoloen vaktini kardeşleriyle birlikte Korsika'da atçılık oynayarak geçirmekteydi.

Artık küçük olmayan Robespierre 1782 yılında Arras'taki hakimlik görevinden idam cezasına karşı olduğu için istifa ederken tarihin en büyük şakalarından birini yaptığının farkında değildi henüz. Bu esnada küçük Napoloen askeri okuldaki üçüncü yılını tamamlamıştı üstelik ortada hiçbir şekilde şaka olarak addedilebilecek bir durum yoktu.

1789 yılına gelindiğinde meşhur Fransız Devrimi harekete geçmişti ve artık kazık kadar olan Robespierre, Danton ve Marat isimli yurttaşlar ile birlikte Devrimin liderliğine soyunmuştu. Bu esnada yaş olarak değilse de boy olarak hala küçük olan Napoloen da memleketi Korsika'da kim bilir ne kadar güzel şaraplar içerek karşı kıyıdaki devrimi seyretmekteydi.

1792 yılı geldiğinde Napoloen genç bir üst teğmendi ve devrimci fraksiyonlardan Jakobenleri desteklemekteydi. Bu esnada Robespierre Kral 16. louis'i idam ettirmekle meşguldü.

Bir yıl sonra Robespierre meclisteki muhalefetle uğraşıyorken Napoloen Korsika'lı ayrılıkçıların lideri Pasquale Paoli ile anlaşmazlığa düştüğü için ailesiyle birlikte Fransa'ya kaçtı. Robespierre'nin muhalefetle uğraşması tarihe “terör rejimi” olarak geçecek süreci başlatırken Napoloen bir yıldır Fransız ordusunda yüzbaşıydı.

Robespierre devrimi güvence altına almak, devrim düşlmanlarını ortadan kaldırmak amacıyla 1285 kişiyi giyotine gönderirken yirmi dört yaşında idam cezasına karşı olduğu için yargıçlık görevinden istifa ettiğini hatırlayıp gülmüş müdür bilemiyoruz, bu konuda bir kayıt tutulmamış. Ancak bu 1285 kişi arasında devrim liderlerinden Georges Jaques Danton gibi isimlerin olduğunu biliyoruz. Ki bu Danton efendi Robespierre ile birlikte “terör rejimi” ni başlatan kişilerden biridir. Ancak kendisi daha sonra “Biraz abarttık galiba Max!” demeye başlamış, Robespierre “Ölmek var dönmek yok!” şeklinde cevap vermiş ve hatta sözünü önce Danton'u idama yollayarak sonra da kendisi giyotini boylayarak tutmuştur. Bu esnada Napoloen Toulon'da cumhuriyete karşı çıkan ayaklanmanın bastırılmasını ve şehri kontrol altında tutan İngiliz güçlerinin çekilmesini sağlamış Tümgeneral rütbesine yükselmişti. Robespierre'nin küçük biraderi Augustine Robespierre ile kişisel ilişki geliştirip Robespierre'nin gözde generali haline gelen Napoloen, Maximilien Robespierre'nin ölümüyle ev hapsine gönderildiğinde yıl 1794'tü.

Robespierre kimilerine göre iktidar hırsının da etkisiyle, kimilerine göre salt devrimin güvenliğini sağlamak amacıyla kendi yoldaşlarını bile idama göndermekten çekinmemişti. Kendi kellesinin kopmasından korkmamasını Conciergerie'de geçirdiği son gece bina önünde toplanan taraftarlarını devrime inancı tam olduğu ve cumhuriyete karşı savaşmayı reddettiği gerekçesiyle dağıtmasından anlıyoruz. Robespierre devrimin tamamlanmasının ancak cumhuriyetin alternatifsiz ve tartışmasız olasılık olarak kalmasıyla mümkün olacağı inancındaydı. Fakat dünya kavanoz dipli, talih şakacı ve kader tabi ki kahpe olduğundan Fransız Devriminin sona ermesi ancak 9 kasım 1799'da kendisinin çok güvendiği Napoloen'un darbesiyle mümkün olacaktı. Sieyés ve Ducos ile birlikte darbeyi gerçekleştiren Napoloen bu hareketin en güçlü lideri olan Sieyés'i alt ederek Fransa Konsulü seçilecek, cumhuriyet ideallerini yaymak amacıyla Avrupa kampanyasını başlatacak, kara Arupasının hemen hemen tamamını işgal edecek, ancak 1804 yılında kendi elleriyle Fransa İmparatoru tacını kafasına yerleştirerek Cumhuriyet hayalini geçici olarak gömecekti.

Robespierre'nin korkuları ölümünden on yıl sonra gerçekleşecek ve Fransa'nın kan gölü olmasını sağlayan devrim Avrupa'nın kan gölü olmasıyla son bulacaktı. Robespierre için paranoyak sıfatını uygun görenler olmuştur şüphesiz. Ancak korkuları -ölümünden on yıl sonra bile olsa- gerçekleşen bir paranoyak olduğunu da unutmamak gerekiyor.

Demem o ki paranoya ancak darbeyi beklediğiniz yer konusunda yanılırsanız tehlikeli bir davranış bozukluğudur, sizi giyotine bile götürebilir. Her paranoya adamı ipe götürmez ,kimisi de adamı ipten alabilir.

Sunday, May 24, 2009

“Eğer beni sevseydiniz, hepiniz bu gün kendinizi öldürürdünüz.” *

Merhaba dünyalılar,


Deniz memelileri'nin denizde yaşayan memeli canlılar olmaları hemen herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Bilim adamları bu konuda çok ikna edici kanıtlar ortaya koymuşlardır. Üstelik kendilerine doğal ortamlarında rastlarsanız en azından denizde yaşadıklarını gözlerinizle görebilirsiniz. Memelerini göremeyebilirsiniz, bunun da iki nedeni olabilir; ilk olasılık yeterince yakından bakmıyor olmanız. İkinci olasılık daha yalın, “memeli” ne demek bilmediğiniz için hıyarlık ediyorsunuz.


Bunların yanında bu canlıların bizim saygıdeğer atalarımız gibi bir zamanlar denizlerden karalara göç ederek karada yaşamaya uyum sağlamayı başarmış kimi canlıların torunları oldukları nispeten daha az bilinen bir gerçektir. Bilim adamları bu konuda hem fikirdir, ancak kamuoyu konuya gereken ilgiyi göstermemiş olabilir. Şimdi bu arkadaşları karaya çıkıp akciğer gibi kimi organları geliştirmek zahmetine katlandıktan sonra tekrar denize döndürenin ne olduğu hakkında pek bir bilgimiz yok. Ama bir yerde hata yaptıklarına karar vermiş olmalılar ki böyle bir geri adım atmışlar. Belki de kara ortamını sevmediler, bilemiyorum. Ama sebep her ne olursa olsun yapılan bir hatayı fark edip bundan dönmenin oldukça bilgelik gerektiren bir davranış olduğuna hemen herkes katılacaktır sanırım -bilim adamları bu konu hakkında yorum yapmamaktadırlar- demek ki deniz memelilerinin erdem sahibi arkadaşlar olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Üstelik bu canlıların bu güne kadar hiçbir savaşı başlatmamış olmaları ve soykırım yapmadıkları gerçeği bu iddiayı desteklemektedir.


Peki biz neden bu eşeklikleri yapıyoruz? Belki bizim de denizlere geri dönmemiz gerekiyordu zamanında, ya da en azından ağaçlardan aşağı inmemeliydik emin değilim. Bu güne kadar bir tür olarak çok hata yaptığımız ortada. Peki bu hataları düzeltebilir miyiz? Elbette, hiçbir şey için geç kalınmış sayılmaz. Mesela isteyenler ağaçlara tekrar tırmansa, isteyenler denizlere dönse belki çözümün başlangıcı olabilir. Ancak bu yollarla sonuç almak çok uzun sürecektir. Üstelik bir çok türdaşımız bu fikirleri hoş karşılamayacaktır şüphesiz. Bunun nedeni kendimizi maymunlardan, kutup ayılarından ve hatta deniz memelilerinden daha üstün görmemizdir. Oysa ki biz ilahi harikalar değiliz. Aksine hayatta kalmak için işbirliğine ihtiyaç duyan milyonlarca mikro organizmanın işbirliğinin sonucu olarak ortaya çıkan yaratıklarız. Yıllar boyunca, hümanizm gibi fikirlerle, tanrının seçilmiş çocukları olduğumuz inancıyla yaşadığımız için bunu kabul etmek zor olabilir. Ama olaya bir de şöyle bakmak lazım: bu fikirler bizi nereye getirdi?


Demem o ki deniz memelilerinden öğrenebileceğimiz çok şey var yeter ki bakış açımızı değiştirelim.


*"if you loved me, you'd all kill yourselves today." from "Transmetropolitan" by Warren Ellis

evrenin en kısa tarihi

Merhaba dünyalılar,

Çok uzun zaman önce, hatta zamanın kendisinden çok önce -aşağı yukarı on üç milyar yıl diyelim- hacmi sıfır, yoğunluğu sonsuz bir nokta aniden patlamaya karar verdi. Bu patlamanın nelere sebep olacağını bilseydi bu işe kalkışır mıydı bilemiyoruz. Fakat bildiğimiz şeyler de var; mesela bu patlamayı fırsat bilen kimi hidrojen atomlarının ortaya çıkıp sağa, sola ve birbirlerine çarpmak suretiyle bizim evrenimizi oluşturmaya başladığını biliyoruz. Bu hidrojen atomlarının devingen hareketlerinin farklı atomların gündeme gelmesini sağladığını da biliyoruz. Gel zaman git zaman bu çeşit çeşit atomların toplaşmak suretiyle güneşi, dünyayı, ağaçları, hayvanları, insanları yani aklınıza ne geliyorsa var olan, hepsini oluşturduğunu da biliyoruz.

Lakin bir de şu var: biliyoruz ki madde varsa yok olmaz, yani şu ilk ortaya çıkan hidrojen atomlarının kimisi on üç milyar yıl boyunca dönüşe dönüşe beni oluştururken kimisi odun oluşturdu. Bildiğiniz odundan bahsediyorum, meşe olur, gürgen olur. Soru şu: bu fark nasıl oldu da oldu? İnsan ile odun bir tutulabilir mi hiç? Hangi hidrojen atomu odun olmak ister ki? Öte yandan bu tamamen insanoğlunun yanılgısı da olabilir. Belki de meşe odunu olan hidrojen atomları daha huzurludur sana bana dönüşenlerden. Hidrojen atomunda ne huzuru demeyin, sen de ben de hidrojen atomlarıydık bir zamanlar unutmamak lazım. Daha acısı, aslında aramızda hiç fark olmayabilir.

Demem o ki özümde bir odunla aynı ham maddeden oluşmaktayım, zaman zaman odunluk yaparsam ondandır, mazur görün.

Saturday, May 23, 2009

o değil de...

Merhaba dünyalılar,

Bir zamanlar yazmış olduğum kısa bir öykü. Dili İngilizce, İngilizce bilmeyenler de bi zahmet öğrensinler bu vesileyle, onlar için de hayırlı olur.

This is a true story about two perfectly normal human beings and one perfectly normal dog, which happened sometime between the big bang -which made the universe possible- and the other even bigger bang -which will instantly unmake universe-. And unfortunately names of these perfectly normal three earthlings are forgotten. Anyway, in a day like anyday, Mrs and Mrs -whatever their names are- were taking their dog -let us just call it... dog- to their morning walk. They took the usual path throught the park at their neighbourhood, they've seen their neighbours -as usual- who were also walking their own dog. Then they've seen the same joggers that they see every day. And they kept walking as usual. Then they walked more, of course that was nothing unexpected. But landing of a spaceship from Zoltarion expedition force, which had the mission to make contact with the intelligent species which they had studied before, was exceptionally unexpected. The dog was nearly as surprised as Mr and Mrs Whatever. But the Zoltarions were really ready for this day. They've long studied the complex and strange language of the earthlings, and then they made their first attempt to make first contact with the earthlings: they barked. Yes highly intelligent members of long lasting Galactic Zoltar civilisation have made first contact with the earthling which is a dog whose name is forgotten by now. After Mr and Mrs whatever got over the first shock they have tried to communucate with the zoltarians. Normally all Zoltarion expedition force members, who was stationed at this part of solar system, have studied the basic language of earthlings named humans. So Mr and Mrs whatever managed to make some conversation with Zoltarians. And at that perfectly normal day, the strangest thing was not the walk Mr and Mrs took with their dog, nor it was the landing of a Zoltarian spaceship, but it was the reason why the zoltarians tried to make contact with the dogs. Yes Mr and Mrs whatever was really surprised to hear that, after years of researcing and studying Zoltarians decieded that the dominant speices of the planet XPT-1239754038 -which is also known as Earth- were dogs. After watching humans and dogs which are taking walks at parks, and seeing that dogs walking to anywhere they desire and crabing where ever they please, whenever they desire, and then humans picking their crap. Looking at this they've naturally decieded that the dogs were the dominant species of the planet XPT-1239754038. And for everyone that was a strange even bizarre occasion which happened at a perfectly normal ordinary day.


Reader opinions about this story:

"Two thumbs up"
-Recep Tayyip Erdoğan-

"An extraordinary masterpiece"
-Douglas Adams-

"I've read this story and my life has changed..."
-Orhan Pamuk-

"After i read the story, i realized that i'm not alone in this planet."
-Stephen Hawking-

"Force is strong with you young O.D.C."
-Darth Vader(A.K.A. Anakin Skywalker)-

ya köpekbalıkları olmasaydı?

Merhaba dünyalılar,

Son bilmem kaç bin yıldır -bu süre üzerinde bilim adamları ve din adamları arasında bir uzlaşma sağlanamamış olduğundan ve bu sürenin konumuzla hiç ilgisi olmadığından burada kesin bir sayı vermiyorum.- biz insanoğlunun evi olma görevini sevgili gezegenimiz Dünya yerine getirmektedir. Sevgili gezegenimiz Dünya, Samanyolu Galaksi'sinde küçük bir yıldız olan Güneş'in yörüngesinde ikamet etmektedir. Aynı muhitte ay, venüs, jüpiter, mars, satürn, vesta, uranus, pallas, ceres, iris, eros, juno, hebe, melpomene, neptün, pluton, makemake, charon, quaoar, eris, orcus, huya, ixion, varuna, sedna gibi kimi gök cisimleri de oturmakta ancak bu kalabalığa rağmen güneş sistemi milyarlarca yıldır nezih bir sistem olarak tanınmaktadır.

Bundan bilmem kaç milyon yıl önce insanoğlu henüz gündeme gelmemişken Sevgili Gezegenimiz Dünya çeşitli canlı arkadaşlar tarafından popüle edilmişti. Bu arkadaşların kimileri zaman içinde tedavülden kalktıysa da kimileri ısrarcı bir biçimde varlıklarını sürdürmeye devam etmektedirler. Bu ısrarcı arkadaşlara Selachimorpha denen türü de örnek gösterebiliriz. Selachimorpha köpekbalığı familyasına verilen latince isimdir. Latince Eski Romalıların kullanmış olduğu bir dildir, bu günkü Romalılar İtalyanca denen dili kullanmaktadır. Günümüzde Katolik rahipler dışında kimse Latince konuşmamaktadır, Katolik rahipler ise ısrarla ve muhtemelen yanlış telaffuz ederk Latince dilini kullanmaya devam etmekte fakat köpekbalıklarıyla hiç ilgilenmemektedirler. Bu sebepten ben Selachimorpha yerine köpekbalığı kelimesini kullanmakta bir sakınca görmüyor, yazıyı okuyan eski romalı varsa onlardan şimdiden özür diliyorum. Bu köpekbalığı denen arkadaşlar biz insanoğlu var olmadan çok uzun yıllar önce, hatta rahmetli dinozorlardan bile önce, hatta ve hatta ilk kara hayvanlarından bile çok önce -evet yaşamın suda başladığı bilim adamları tarafından ısrarla söylenmekte, din adamları bu konuda yorum yapmaktan kaçınmaktadır- Sevgili Dünya'nın denizlerinde dolaşmaya başlamışlardır. Kendileri o gün bu gündür dosta güven düşmana korku salmaktadırlar. Bununla birlikte köpekbalığı arkadaşların bir önemli durumu daha vardır: seks yapan ilk canlı türü köpekbalıklarıdır. Bölünmek gibi eğlencesiz bir yolla üreyen tek hücreli canlı kardeşlerimize müteakiben ortaya çıkan balık arkadaşlar dişi ve erkeğin aynı yere sırayla yumurta ve sperm püskürtmesi gibi bir yolla üremekte dolayısıyla seks yapmamaktadırlar. Bu yöntemi insanoğlu da kullanır, ama arada bir fark vardır: insanoğlunun dişileri yumurta püskürtemez, aynı türün erkekleri de bu sebepten spermlerini bu yolla püskürttüklerinde nişan alacak insan yumurtası bulamaz. Biz bu işleme “mastürbasyon” deriz ve -sperm bağışı ve suni döllenmeyi saymazsak- üreme amacıyla kullanmayız. Üremek için yeni yöntemler bulunduysa da geleneklerine bağlı insanoğulları binlerce yıldır seks yapmak suretiyle çoğalırlar ve büyük bir çoğunluğu bundan çok memnundur. Köpekbalığı arkadaşların bilmem kaç milyon yıl önce bu konuda yaptığı atılım insanoğlu gibi daha genç türlere yol göstermiş, ışık olmuştur. Köpekbalığı arkadaşların ne sebepten bu yolu seçtiği bilinmese de nasıl bir mutasyon sonucu buna başladıkları bilnmektedir. Bu mutasyon erkek köpekbalığı arkadaşların “penis” diye tabir edilen erkek üreme organını geliştirmesi, dişi köpekbalığı arkadaşların da bu durum karşısında mevzu bahis organa uygun bir içbükey organ geliştirerek -ki bu organa da vagina diyebiliriz, ancak köpekbalığı vaginası ile insan vaginası arasında gözle görülür farklar vardır- cevap vermesi sonucu üreme işlemi sperm püskürtme aktivitesinin penis denen organının vagina denen organa giriş yapmasından sonra gerçekleştirilmesi şeklinde vuku bulmaya başlamıştır.

Şunu da kabul etmek gerekir ki köpekbalığı arkadaşların ilk seks yaptığı günden bu güne seks çok değişti, gelişti. Şüphesiz ki insanoğullarının bu gelişime yaptığı katkı yadsınamaz. Ancak yine de kahraman köpekbalığı arkadaşların üstün çabaları olmasaydı biz bu günlere gelemezdik. Bu sebepten tüm insanoğulları adına köpekbalığı kardeşlerimize teşekkürü bir borç bilirim.

çizgi roman aleminin karanlık geçmişi


Evet, bakıyor ve ibret alıyoruz. Batman ve Robin arasında neler yaşandı? Robot Lois Lane'ye ne yapmış olabilir? Bu sorular cevapsız ama belgeler gün ışığına çıktı...

merhaba dünyalılar

Yarın öbür gün ne olur, bu işin ardı arkası gelir mi, gelirse nereden gelir gibi kimi meselelere kafa yorarak; kimi beş yıllık kalkınma planları yaparak ve dahası bunu sistemleştirerek, ince eleyip sık dokuyarak, azim, inanç ve kararlılıkla yazın hayatına başlanabilir. bu başlangıç yeni bir blog, internet sitesi hatta roman gibi sonuçlar doğurabilir. bu noktadan sonra yazma olayının üstüne giderek -ve elbette kalkınma planına uymak suretiyle- kişi kendini geliştirebilir, bu işten para kazanılabilir, nobel ödülü alınabilir.


Okumakta olduğunuz yazıyı yazan kişi, böyle kaygılar taşımamaktadır. Her hangi bir söz vermez, iddialı değildir. O kadar ki bu yazının arkası gelmeyebilir. Ola ki yazılanın arkası gelir, bu gün dediğini yarın unutabilir, aksini söyleyebilir, tükürdüğünü yalayabilir, dilini tutmayabilir, sinirlenebilir, terbiyesizleşebilir, üstelik yüzsüz olabilir. Ayrıca plan yapmaktan pek hazzetmez. Uzun lafın sinopsisi: bu bir uyuz kaşıma aktivitesidir.