Friday, July 31, 2009

paskalya yumurtası ve sekiz dikiş

Merhaba dünyalılar,

Bir süredir yazı ekleyemiyordum fakat döndüm, bu da ısınma amaçlı olsun. Sette sıkılırken yazdığım bir hikayecik:

Ben ilkokula başlarken -evet o zamanlar ilkokul diye bir şey vardı, buralar hep dutluktu ve Beyoğlu'na kravatsız çıkılmazdı- kimi kuzenlerimin, annem ve babamın kimi arkadaşlarının çocuklarının devam ettiği bir okula kayıt oldum. Aslında ben olmadım tabi, olduruldum. Bu kimi kuzen ve tanıdık çocuklarının tamamının benden iki üç yaş büyük olmaları okul içinde sınıf arkadaşlarım ve bizden bir iki yaş büyük olanlar arasında belli bir dokunulmazlık kazanmama yeterli sebep teşkil etti. Ben her çocuk gibi dangalak olduğumdan (tamam ortalama bir çocuktan daha dangalaktım) bu durumun farkına varır varmaz olayın bokunu çıkartmayı kendime görev edindim. Okulda sınıf arkadaşlarım olsun, başka sınıflardan kimi öğrenciler olsun elimden gelen herkesi sinir etmeyi kısa zamanda başardım. Kabul ediyorum ben zaten bunları yapacak kadar denyo bir çocuktum, ancak bu dokunulmazlık kendimi aşmamı ve kitlelerin nefretini kazanmamı sağladı. Neyse, benim psikolojik terorüm okulda tam hızıyla eserken günler ayları, aylar seneleri kovaladı ve beni seven son kuzenimde ikokulu bitirip ortaokula ulaştığı esnada ben henüz üçüncü sınıftaydım. Benim kendini bilmez tavrım üçüncü sınıfta da devam edince kimi okul arkadaşlarım ilk dönemin sonlarına doğru artık dokunulmaz olmadığımın ayırdına vardılar. Ne acıdır ki ben henüz bunun farkına varmamıştım. İşte bu koşullar oluşmuşken ve bir kış günü, okul bahçesinde kimbilir hangi sınıftan Elif adlı bir kızı nedendir bilinmez kovalarken beşinci sınıflardan bir çocuk tarafından çelme takılmak, dördüncü sınıflardan bir diğeri tarafından itilmek suretiyle alnımın çatını her okul bahçesinde bulunan Atatürk büstünün bizim okul şubesini çevreleyen demir parmaklıklara gömüyorum. Hemen ardından ayağa fırladığım gibi çelme takan hıyarın peşine takılıyorum. Az önce kovaladığım Elif: "Volkan alnın!" şeklinde beni nazikçe uyarıyor, bunun üzerine elimi alnıma dokunduruyorum ve elime gelen ılıklığın ne olduğunu anlamak için elime baktığımda karşılaştığım kızılı koyu bir karanlık takip ediyor. Gözümü açtığımda bir hastahanedeyim alnıma sekiz dikiş atıldığı anlaşılıyor, üstelik beni kan tuttuğunu da öğrenmiş oluyorum. Beni okuldan hastahaneye ve oradan da eve taşıyan görevli eşliğinde taksiye binip eve ulaşıyorum. Apartman girişinde zile basınca diafondan annemin sesini işitiyorum. Annem normal olarak "kim o?" sorusunu soruyor, "Volkan" şeklinde cevap veriyorum. Annem "bu saatte neden geldin?" karşı atağını geliştiriyor. "alnım yarıldı" cevabıyla skor avantajını elde etme niyetindeyim, ancak annemden cevap gelmiyor. Beş dakikalık bekleyiş sonrası üst komşumuz Madam Maria'nın zilini çalıyorum. Madam Maria üst komşumuz olmakla yetinmeyip her Paskalya bana Paskalya yumurtası getiren sevimli ve antik bir ihtiyar. Nedense Madam Maria kim olduğumu sormadan kapıyı açıyor. Ben apartmana girip bizim kata çıkıyorum, annem açık daire kapısının içinde hareketsiz yatıyor. Korkunç şeyler aklıma geliyor, panikle Madam Maria'ya çıkıyorum, birlikte aşağı iniyoruz. Madam Maria'nın tetkikleri sonucu annemin baygın olduğu anlaşılıyor. Eyüp Sabri Tuncer'in de yardımlarıyla annem ayılıyor. Annemin bayılma sebebinin benim "alnım yarıldı" beyanatımı kendisinin "karnım yarıldı" şeklinde algılaması olduğu anlaşılıyor. Annem kendine gelir gelmez Madam Maria yorgun olduğu gerekçesiyle uyumak için evine çıkıyor. Annem kendisini ertesi gün çaya çağırıyor. Madam Maria ertesi gün çaya gelmiyor çünkü o gün yattığı uykudan hiç uyanmıyor. O günkü yarığın izi hala alnımda duruyor ve bir daha kimse bana paskalya yumurtası getirmiyor.

2 comments: