Monday, June 1, 2009

Geçmiş zaman olur ki...

Merhaba dünyalılar

    ,

bu sefer bir hikaye:

Yıllar önce bir ağustos ayı. Ben on dört ya da on beş yaşındayım. Ailem ile birlikte Alanya Karaburun'a tatile gidiyoruz. Babamın ısrarıyla İstanbul'dan Alanya'ya bilmem kaç saatlik yol arabayla gidilecek. Ben ve annem bu durumdan şikayetçiyiz. Babam araba lazım olur iddiasında. Kardeşim daha yedi yaşında ve konuyla hiç ilgilenmiyor. Babam:

- “Günü kaybetmeyelim.” diyor.

Babamın dahiyane planına uyarak sabah saat 5.00 da yola koyuluyoruz. Ben ve kardeşim için çok sorun olmuyor, arka koltukta öğlene kadar uyuyoruz. Yol üzerinde verilen kimi yemek ve ihtiyaç molalarından sonra akşamüzeri Alanya'ya ulaşıyoruz. Kalacağımız tatil köyü hakkında pek bilgimiz yok, daha önce gidip bize tavsiye edenler olmuş babam ve annem ikna olmuşlar. Tatil köyüne yerleşme kısmında sıkıntı yaşamıyoruz. Küçük apart villalardan oluşan büyükçe bir tatil köyü burası. Kayıt esnasında babamın resepsiyon görevlisiyle yaptığı muhabbetten hemen hemen tüm müşterilerin yabancı olduğu anlaşılıyor 11 numaraya yerleşir yerleşmez akşam yemeğine koşturuyoruz, aile dostumuz Hakkı Amca, iki kızı ve eşi Asuman Teyze bizden önce ulaşmışlar, 10 numaradalar. Hakkı Amca'nın arabayla gitmek gibi fantezileri yok, paşa paşa uçağa binmişler. Yemekte bize iki hafta kadar önce aynı yere balayına gelen teyzem ve eşi de katılıyor. Yemek ve rakı bilmem kaç saatlik yol yorgunluğuyla birleşince babam erkenden yatıyor. Annem:

- “Günü kaybetmediğimiz iyi oldu.” diyor, gülüyoruz.

Ben havuza girmek istiyorum izin vermiyorlar, ergenliğimin baharındayım dolayısıyla çok sinirleniyorum. Ancak fayda etmiyor, annemin SS tavrı sonucu havuza giremiyorum. Annem iyice gestapoya bağlıyor; erken yatmamız konusunda ısrarcı:

- “Erken kalkar havuza gidersin.” diyor.

Neden erken kalkıyorum ulan tatildeyiz? Odaya çekiliyoruz. Ben kardeşimle yanyana yataklarda yatıyorum arada skimsonik bir komidin var, annemler üst kattalar. Kardeşim hemen uyuyor, televizyon kanalları arasında dolanıyorum. Uydu var, güzel. Hemen Alman kanallarını arıyorum. aradığım kanalları buluyorum bu da güzel. Kardeşimi uyandırmamak için sesi kısarak Alman kanalları arasında dolaşıyorum, amaç erotik film bulmak. Sabah odaya giren annem elimde kumanda, televizyonda bir alman kanalı açık vaziyette uyumuş olan beni uyandırıyor. Konu üzerinde çok durulmuyor. Ailecek önce kahvaltıya sonra havuza gidiyoruz. Babam tatil köyünün tüm nimetlerinden yararlanmaya kararlı: önce havuz, ardından voleybol sahasında voleybol, sonra sauna; babamı durduramıyoruz herşeye koşturuyor. Bu arada havuz başında sürekli aktivite anonsu yapılıyor, fakat anonslar sırasıyla Almanca, Rusça, İngilizce, Fransızca ve nihayet Türkçe dillerinde. Babam hepsine katılmak niyetinde ancak dil sorunu sebebiyle hepsine geç kalıyor.

Hakkı Amca'nın büyük kızının adı Nihan ben de yeni tanışıyorum, yurtdışında üniversite okuyormuş. Hemen aşık oluyorum, zaten ergenlik dönemindeyim havuz başında üç dakikada bir aşık oluyorum. Nihan ilk günden tüm animatörlerle arkadaş oluyor. Ben de peşinden ayrılmıyorum. İkinci gün itibariyle annemlerle sadece yemeklerde görüşüyorum. Bütün gün Nihan, animatör gençler ve çeşitli milletlerden yaşıtlarıyla ailelerden uzakta takılıyoruz. En küçük benim, herkes üniversite yaşlarında. Bütün erkeklere gıcık oluyorum çünkü hepsi Nihan'a asılıyor, bense Nihan'ın hayatımın aşkı olduğuna çok eminim. Herkes Nirvana'yı çok seviyor, muhabbetlerde temel konu bu. Doğal olarak ben de Nirvana'yı çok seviyorum, o zamanlar öyle hepimiz grancız. Ben aslında Queen'i daha çok seviyorum ama bu konuyu hiç açmıyorum. Hepbirlikte gözden uzak bir çardağın altında oturuyoruz. Almanya'dan tatilden dönen bir animatör oradan aldığı havluların markasını özdilek olduğunu dönünce fark ettiğini anlatıyor, ona gülüyoruz. Ben, insan neden tatile Almanya'ya gider, dahası Almanya'dan neden havlu satın alır gibi meselelere takılıyorum. Bu takılmayı insanlarla paylaşıyorum, herkes çok gülüyor. Tam bu esnada yanımıza benim yaşlarımda bir kız geliyor. Kızın üzerinde “rape me” yazan bir tişört var. ben şaşırıyorum. Sonradan Nirvana'nın aynı adlı şarkısıyla ilgili olduğu anlaşılıyor. Sandığımın aksine bu kız hollandalı falan değil, bildiğin Türk. Herkesle tanışıyor. Adının Canay olduğu ortaya çıkıyor. Ben:

- “Canay ne be?” diyorum.

Bu ayılığım özgüvenle karıştırılıyor, bozmuyorum. Bir saat kadar sonra insanlar dağılmaya başlıyor, akşam yemeği saati yaklaşıyor her halde. Ben bu arada sürekli Canay ile konuşuyorum. Adının gizemi de aydınlanıyor: babası Aydın ve annesi Canan'ın adlarından türetmişler. Bu fikri çok beğeniyorum. Nihan'la olan ilişkimiz orada sona eriyor, artık Canay'ı seviyorum. Derken Nihan ve ona en çok asılan Fransız herif de kalkıyorlar, Nihan:

- “Siz oturun, hemen döneceğiz.” diyor.

Kabul ediyoruz. Hemen dönmüyorlar. Biz Canay'la müzikten konuşuyoruz, insanların bizi anlamadığından konuşuyoruz, sistemin boktanlığından konuşuyoruz. Ergenlikte nelerden konuşulursa onlardan konuşuyoruz işte. Ben sürekli Canay'ı güldürmeye çalışıyorum, işin ilginci o da gülüyor. Birkaç saat sonra Nihan yanımıza geliyor, "çekemiyor tabi kıskanıyor beni ama artık çok geç o iş bitti bebeğim" diye düşünüyorum. Canay ile yemekten sonra buluşmak için sözleşip ayrılıyoruz. Yemeğe giderken Nihan bana herkesin bizi yalnız bırakmak için yanımızdan ayrıldığını açıklıyor. Teşekkür ediyorum. Medeni bir şekilde ayrıldığımıza sevindiğimi belirtiyorum. Çok gülüyor, saçımı okşuyor.

Yemek masasına ulaşıyoruz babam çoktan rakı burcuna girmiş fıkra anlatıyor. Masaya oturuyoruz. Bu esnada oradan geçmekte olan bir Alman babama:

- “Allahina kurban Fikri Abi!” şeklinde sesleniyor.

Babam da:

- "Allahına kurban Peter'im” diye karşılık veriyor.

Herkes bunu çok komik buluyor. Babamın gün içinde hiç Almanca bilmeyerek, hiç Türkçe bilmeyen Peter ile kanka olduğu anlaşılıyor. Dahası babam çeşitli milletlerden insanlarla benzer muhabbetler ediyor. Babamın hangi ara bu abuk subuk cümleleri bu adamlara öğrettiğini anlayamıyorum. Peter bizim masaya geliyor benim ve Nihan'ın İngilizce'den Türkçe'ye tercümeleri ile Peter'in yanındaki bir kadının Almanca'dan İngilizce'ye tercümelerinden Voltranı oluşturuyoruz. Babam kankası Peter ile ertesi güne Almanya Türkiye milli maçı ayarlıyor, su topu oynanacak. Onlar rakının evrensel diline ulaştıklarında Nihan ile biz masadan kalkıyoruz. Odama gidip üstümü değiştiriyorum, parfüm sıkıyorum, Canay'a güzel kokmak istiyorum.

Gençler olarak genelde takıldığımız çardağa gitmek üzere odadan çıkıyorum, 10 numaranın önünde Nihan'ı bekliyorum. Ayrıldık diye ayılaşmanın lüzumu yok. Nihan ile birlikte çardağa gidiyoruz. Canay'ın orada olmadığını görünce hayal kırıklığı yaşıyorum. Olsun birazdan gelir diye düşünüyorum. Bütün ortamın eğlencesinin Canay ve ben olduğu anlaşılıyor. Gözüm yolda Canay'ı bekliyorum ama bunu kesinlikle inkar ediyorum. Bitmek bilmeyen bir yarım saatin ardından Canay geliyor. Yanıma oturuyor. Muhabbete katılıyor. Bana özel bir ilgi göstermesini bekliyorum, göstermiyor. Biraz bozuluyorum. Muhabbet devam ediyor. Herkes hızla alkol tüketiyor, Canay da öyle. Ben de içiyorum. Hızla çakır keyif oluyorum. Birkaç saat sonra Canay:

- "Serinmiş, ben üşüdüm.” diyor.

Alkolün verdiği cesaretle kolumu omzuna atıp onu kendime çekiyorum ve:

- “Ben seni ısıtırım.” diyorum.

Herkes çok gülüyor, en çok Canay gülüyor. Ben de gülüyorum. Canay:

- “Isıt beni!” diyor.

Herkes gene gülüyor, ben kızarıyorum. Muhabbetin kalanında Canay'a sarılmış vaziyette duruyorum, kolum uyuşuyor ama ses çıkarmıyorum. Sonra herkesin uykusu geliyor. . Ben Canay'ı bırakmayı teklif ediyorum, kabul ediyor. Canay'lar 21 numarada kalıyorlar, 11 numaraya uzak sayılmaz. Yolu uzatmaya karar veriyoruz, bütün tatil köyünü dolaştıktan sonra 21 numaraya geliyoruz. Yarın görüşürüz diyorum, yarın burada olmayacağını ailesiyle birlikte bir yakınlarını ziyaret edeceklerini söylüyor. Çok üzülüyorum. Bunu üzerine beni dudağımdan öpüyor, iyi geceler dileyip içeri giriyor. Ben salak gibi kalıyorum, başım dönüyor. Sonra sallana sallana kaldığım binaya gidiyorum. Çok dolaştığımız için kayboluyorum, biraz uzun sürüyor yol. Önce gözüme uyku girmiyor. Sonra Canay ile geleceğimizi planlarken uyuya kalıyorum.

Ertesi gün havuzda babamlarla oturuyorum. Derken babamın bir arkadaşı olan Mehmet Amca da ailesiyle tatil köyüne ulaşıyor. Anlaşılan babam buraya kalıcı olarak yerleşmeye karar verdi ve bütün arkadaşlarını çağırıyor. Öğlene doğru babam su topu milli maçına hazırlık yapmayı öneriyor. Nedense bu fikir herkese mantıklı geliyor. Antreman sırasında eniştem havuzda boğulma tehlikesi atlatıyor. Topu tutarken tek kolla yüzemediği anlaşılıyor, zaten iki kolla da pek yüzemediği bilindiğinden kimse buna şaşırmıyor. Tek kolla yüzemeyen eniştemin yedeği olarak ben milli takım kadrosuna alınıyorum. Yarım saat kadar sonra, babam yorulmuş olacak ki, enerjimizi maça saklamak için antremanı bitiriyoruz. Öğlen yemeği yendikten bir saat kadar sonra milli maç başlıyor. Ben Canay'ın bunu izleyemeyecek olmasına üzülüyorum ancak milli görev olduğu için varımı yoğumu ortaya koyuyorum. Maç boyunca annemler havuz kenarından tezahurat yapıyorlar. Maç berabere devam ederken kardeşim ağlayarak annemin yanına geliyor, her tarafı kızarmış ve şişmiş. Maç belirsiz bir tarihe ertelenirken ben, annem ve babam kardeşimi hastahaneye götürüyoruz. Yolda babam:

- "İyi ki arabayla gelmişiz, bak lazım oldu.” diyor.

Babam arabayla gelmemizin ne kadar hayırlı olduğunu beşinci kez tekrar edince annem kızıyor. Hastahaneye kadar babam başka bir şey demiyor. Bu arada kardeşim istikrarla şişiyor. Zaten tosun bir çocuk olduğundan iyice yuvarlaklaşan kardeşimin güneşe alerjisi olduğu ortaya çıkıyor. Merhem, güneş kremi gibi kıvır zıvır alınarak tatil köyüne geri dönülüyor. Artık kardeşimin güneşe çıkması yasak. Sadece akşam üstleri havuza girebiliyor. Akşam yemeğinde kardeşimin sağlık durumu ve milli maç tartışılıyor. Peter kardeşime dondurma ısmarlıyor, eniştem gameboy alıyor, Hakkı Amca çizgi film kasetleri buluyor. Kardeşim hasta olmanın keyfini sürüyor. Ben gözüm yolda Canay'ı bekliyorum. Yemekten sonra çardağa gidiyorum, herkes kardeşimi soruyor ben de anlatıyorum. O gece Canay gelmiyor. Ben de “Canaysız çardağı neyleyim” diye düşünerek erkenden odama dönüp yatıyorum.

Ertesi gün kahvaltıdan sonra kardeşimi tatil köyünde bulunan oyun salonuna götürüyorum. Kardeşim tekken oynuyor ben animasyoncu çocukla muhabbet ediyorum. Çocuğun adını bilmiyorum, saçlarından dolayı herkes ona kıvırcık diyor, ben de öyle yapıyorum. Kıvırcık voleybol oynarken elini kırdığından havuza giremiyor:

- “Siktiret hocam, üç gün sonra alçı çıkıyor.” diyor.

Alçı çıktıktan sonra havuzun annesi ile cinsel ilişkiye gireceğinden bahsediyor, gülüyoruz. Bu esnada yanımıza benim yaşlarımda bir çocuk geliyor. Kıvırcık, çocuğun Hollandalı olduğunu ve adının Andi olduğunu belirtiyor, tanışıyoruz. Andi İngilizce biliyor, anlaşabiliyoruz. Andi'nin benden uzun olmasına uyuz oluyorum. Masa tenisi oynamayı teklif ediyor, kabul ediyorum. Andi ile yaptığımız yedi maçı da Andi kazanıyor iyice uyuz oluyorum. Havuza gidelim diyorum, “yüzücüyüm lan ben” diye düşünüyorum, amacım yüzme yarışı yapıp Andi'den intikamımı almak. Kabul ediyor. Havuza gidiyoruz, biz daha yarışa başlamadan annem havuzun kenarına gelip kardeşimi soruyor. Kardeşimi oyun salonunda unuttuğum anlaşılıyor. Hemen çıkıp oyun salonuna gidiyorum, Andi gelmiyor. Üstümden sular aka aka salonda dolanıyorum ama kardeşimi bulamıyorum. Yarım saatlik aramanın sonunda öğlen yemeği servisi başlamışken kardeşimi hamburger ve patates kızartması yerken buluyorum. Saçlarının ıslaklığından havuza girdiği belli oluyor. Annem bana çok kızıyor, ben bir şey diyemiyorum, ne de olsa kadın haklı. Andi'yi havuzda bulamıyorum. Canay ise annesi ve babasıyla havuzda yüzüyor. Uzaktan ona el sallıyorum, o da bana sallıyor mutlu oluyorum.

Akşam yemeğinden sonra üstümü değiştirip parfüm sıkıp çardağa gidiyorum. Çardakta Andi ve Canay'ı koyu bir muhabbet içinde buluyorum. Andi'yi öldürmek istiyorum. Canay beni görünce:

- “Nasılsın?” diyor.


- “iyi.” diyorum.

Uzak bir köşeye oturuyorum, ne Andi'yle ne de Canay'la hiç konuşmuyorum. Yarım saat kadar sonra toplu halde kumsalda yürüyüş yapma kararı alınıyor. Ben gelmek istemediğimi belirtince Canay elimi tutuyor:

- “Neden gelmiyorsun? Yürüyelim işte... Senin moralin mi bozuk?” diyor.

Bir anda bütün kızgınlığımı unutuyorum.

- “Kardeşime üzülüyorum.” diye yalan söylüyorum.

Biz el ele yürürken Andi yanımıza geliyor. Kahramanca gözlerine bakıyorum. O ise sakinliğini koruyor. Yarım saat kadar yürüdükten sonra kumlara oturuyoruz. Andi adisi de yanımıza oturuyor. Yakamoz seyrediyoruz. Neden sonra Canay beni öpüyor. Biz öpüşürken herkes bizi alkışlıyor, bense çaktırmadan Andi'ye bakıyorum. O da alkışlıyor. Sonra kıvırcık bir kaç poşet birayla yanımıza geliyor. Ben bira olayını abartıyorum, kolay mı artık ilişkimiz tescillendi üstelik herkes de biliyor. Doğal olarak sarhoş oluyorum. Canay'la ben yalnız kalmak için biraz daha uzağa gidiyoruz. Oturunca ben ne söyleyeceğimi bilemediğimden saçmalıyorum. Canay çok gülüyor, sonra beni bir daha öpüyor. Elimi bikini üstünden içeri sokuyorum, ses çıkarmıyor. O gece yatağıma nasıl ulaştığımı hatırlamıyorum.

Ertesi gün kahvaltıda annem:

- “Seni dün gece getiren kız kimdi?” diye soruyor.

- “Arkadaşım.” diyorum. Annem:

- “Dün gece öyle demiyordun ama.” deyip kahkaha atıyor.

Ben kızarıyorum, “ne dedim ulan ben dün gece” diye düşünüyorum. Babam benimle gurur duyuyor, Hakkı Amca akşam rakı içirme sözü veriyor, eniştem havuz başında bira ısmarlıyor. Öğlen yemeğinden sonra ertelenen milli maç yapılıyor. Bu kez Canay da tezahurat yapıyor. Dört sayı farkla yeniliyoruz. Babam Fransız hakemle hiç Fransızca bilmeden tartışıyor. Peter araya giriyor, olay tatlıya bağlanıyor. Akşam yemeğine kadar, kardeşimin tekrar kaybolması dışında, kayda değer bir gelişme olmuyor. Bu kez kabak eniştemin başına patlıyor. Kardeşimi dondurma yerken buluyoruz ve gene saçları ıslak.

Akşam yemeğinde Hakkı Amca'nın ısrarına annem dayanamıyor ve iki kadeh rakı içiyorum. Yemekten sonra üstümü değiştirip çardağa gidiyorum. Canay'ı orada buluyorum. Yanına oturup sarılıyorum. Canay ise üzgün. Aklıma bin türlü şey geliyor. Adi Andi'den şüpheleniyorum. Canay:

- “Biz yarın İstanbul'a dönüyoruz.” diyor.

Yıkılıyorum. Biz üç gün daha buradayız o niye gidiyor, İstanbul'da görüşebilecek miyiz? Gibi sorular kafamın içinde uçuşurken Canay:

- “Anneannem hastalanmış, dönmemiz gerek.” diyor.

Anlayışla karşılıyorum, aslında anlayışla karşılamıyorum ama öyleymiş gibi yapıyorum. Gece tatsız geçiyor, az konuşarak el ele oturuyoruz. Kumsalda yürüyüşe çıkıyoruz, bol bol öpüşüyoruz. Ben İstanbul'da da görüşmemiz zorunluluğunu kendisine açıklıyorum. Çok gülüyor, ben gülmüyorum gayet ciddiyim. Canaysız bir hayat düşünemiyorum. Gece sonunda onu 21 numaraya götürüyorum. Beklememi söyleyip içeri giriyor, bekliyorum. Biraz sonra geri geliyor.

- “İçeri gelsene, kimse yok.” diyor.

Heycandan kalbim duracak gibi oluyor. İçeri giriyorum. Yatağa oturuyor, ben de yanına oturuyorum. Öpüşmeye başlıyoruz. Sonra elimi alıp sütyeninin içine sokuyor, benimse gözlerim kararıyor. Yarım saat kadar çok acemice sevişmeye çabalıyoruz. Sonra bana:

- “Artık git istersen annemler gelir birazdan” diyor.

Ben o an normal zekamın onda birine sahip olduğum için zombi gibi komutlara uyuyorum, kapıya gidiyoruz. Bir kağıda telefon numarasını yazıp elime tutuşturuyor, kulağıma:

- “Ara beni, boya beni.” diyor.

Gülüyoruz. Verdiği kağıdı şortumun bacak cebine koyuyorum. Sonra ilk defa ben onu öpüyorum.

- “Hoşça kal.” diyor, kapıyı kapatıyor.

Ben birşey diyemiyorum. Sallana sallana kaldığımız binaya dönüyorum.

Tatilin kalan kısmını havuz başında çizgi romanlarla geçiriyorum, tatil köyünün marketinde ingilizce çizgi romanlar satılıyor, Asteriks, Conan ve G.I. Joe okuyorum.

Son gecemizde Kıvırcık, Nihan ve Adi Andi'nin babalamasıyla çok sarhoş oluyorum. Herkesle duygusal bir vedalaşma yaşanıyor, bağlantıyı koparmamak için birbirimize söz veriyoruz. Benim aklımdaysa sadece Canay var. Gece yola çıkıyoruz. Ben yolculuğun başında ve sonunda uyuyorum. Kardeşim yemek molaları dışında hep uyuyor. Annem ve babam tatilin kritiğini yapıyorlar, fonda Sezen Aksu çalıyor.

Ertesi sabah eve ulaştığımızda kendimi yatağa zor atıyorum. Uyandığımda herkesin uyanık olduğunu görüyorum. Günlerden pazar, babam eski dünya kupalarından bir maç izliyor, kardeşim bir yandan kurabiye yiyip bir yandan bilgisayar oynuyor, annem ise tatil giyisilerini çamaşır makinesine sokup çıkarmakla meşgul. Neden sonra aklıma Canay geliyor, hemen onu aramak niyetindeyim ancak numarasının yazdığı kağıdı bulamıyorum. Anneme yandan cepli şortumun konumunu soruyorum, kağıt şortun bacak cebinde eminim. Annem verdiği cevapla hayllerimi yıkıyor:

- “Yıkandı o, balkona astım.”

Kadere isyan ederek balkona koşuyorum, şort ters bir şekilde ipte sallanıyor. Hemen ceplerine bakıyorum, hala ıslak, ve cepten hamur olmuş bir kağıt yumağı çıkıyor. Dünya başıma yıkılıyor, hayatımın aşkına asla ulaşamayacağımı düşünüyorum. O gece hiç uyuyamıyorum. Canay'ı da bir daha hiç görmüyorum.

No comments:

Post a Comment