Sunday, June 21, 2009

gölgede otuzsekiz derece

Merhaba dünyalılar,

bu da hikaye gibi ama değil gibi de, bilemedim:


Havanın sıcaklığı zaten çekilecek gibi değil, üstelik anarşist beyin damarlarım ısrarla ve mütemadiyen spazm geçirmekteler. Koltukta yatay konuşlanmış olduğum halde kapısı açık olan balkona bakıyorum. Balkonda ilginç bir durum yok, ben de boş boş bakıyorum zaten. Derken balkona gürültülü bir şekilde mecburi iniş yapan kargayla göz göze geliyoruz. Mecburi kargamız büyük olasılıkla balkonun müdavimlerinden, o ve arkadaşları için balkonda sabit bir su kabı mevcut, ondan kelli bizim balkona düzenli olarak uğrayan kimi kargalar var. Mecburi'nin de o ekipten olduğunu tahmin ediyorum. Görünüş itibariyle arkadaşlarından ayırabileceğimiz bir durumu yok; rengi siyah, kanadı, gagası falan var, bildiğin karga işte. Mecburi ile göz temasımız bir süre daha devam ediyor. Neden sonra artık benimle ilgilenmemeye başlıyor, su içiyor, balkonda volta atıyor, bir de arada bir iç çekiyor.


Artık ne derdi var garibin bilemiyorum. Mecburi'nin balkonda iç çekerek volta atmasını izliyorum, üstelik çok mutsuzum ve fakat kimseye anlatmamışım derdimi, anlatmaya dilim varmamış. O kadar zaman içimde tutmuşum ki kabak Mecburi'nin başında patlıyor: “Dinle lan Mecburi!” diyorum, “Anlatacağım.” Mecburi de bir bok anlamış gibi bana bakıp: “Gak!” diyor. Bu nidayı “Anlat abi” olarak yorumluyorum, ve başlıyorum anlatmaya: “İşte ben birini kaybettim Mecburi, yastayım.” diyorum. Bizimki “başın sağ olsun abi.” mealinde bir “gak” sesi çıkarıyor. “Yok oğlum öyle değil, ölmedi ki...” diyorum, “Şimdi bak, çok sevdiğim biri bu. Zaten kendisinin kaybolduğundan haberi de yok, kendi kendime sanki bulmuşluğum varmış gibi kaybettim duygusuna kapılıyorum” Mecburi gözlerini ayırmadan bana bakıyor, “anla be Mecburi, vaz geçiyorum birinden işte, olandan ben memnun değilim, olmayan zaten namevcut.” Mecburi gene iç çekiyor. “haklısın aslanım.” diyorum, “ama hayat böyle boktanlıklar yapıyor, olmuyor bazen.” Mecburi'nin en güncel gaklamasını “abi manyak mısın? Bu kadar üzülüyorsan neden böyle bir bok yiyorsun ki?” olarak algılıyorum. “Öbür türlü de kötü be Mecburi.” diyorum, “Oğlum bak sandığın gibi değil, sevgilimden falan bahsetmiyorum. Bildiğin arkadaşım bu.” Mecburi “arkadaşından mı ayrılıyorsun?” dercesine gözlerime bakıyor. “Bak böyle söyleyince tuhaf oluyor ama var böyle bir şey, olabilir yani. İnsan arkadaşından da ayrılabilir bazen. Zaten asıl mesele arkadaş olamamamda, olmayı beceremememde.” diyorum, anlamıyor. “Bak bazen güzel şeyler de insana, ya da kargaya, zarar verir. Mesela rakı şahane bir şeydir, ama her akşam iki büyük içersen olmaz. Arada bir iki tek atarsan neşe verir, damarları genişletir. Doktorlar bile diyor lan.” “abi ben hiç rakı içmedim ki bilemem” anlamında gaklıyor bizimki. İçim burkuluyor, kendime bir duble alıyorum, ufak bir kase içinde de Mecburi'ye veriyorum: “Şişede durduğu gibi durmaz dikkat et” diyorum. “Bak, nasıl güzel birşey, ama sınırı bilmek lazım. İşte ben sınırı bilemiyorum, hafta sonu iki kadeh istemiyorum. Rakı sofrasına oturup hiç kalkmamak istiyorum. Lakin rakının tavrı bambaşka; arada bir tek atmalı ona kalırsa. Ben de o zaman hafta sonu da içmem lan dedim kendi kendime. Olacak gibi değil çünkü, bütün kalan zamanlar rakı beklentisi... Hem rakının olayı zahmetli bir kere; sofra hazırlayacaksın, mezesiydi, meyvesiydi. Sonra uzun sürer, sonuna kadar oturacaksın, muhabbet ister. Ya bira öyle mi? Her gittiğin yerde bir tane yuvarlayabilirsin. İçtiğin biralar arasında husumet de çıkmaz.” diyorum. “bundan sonra bira aslanım. Hem kafam rahat olur.” “Aynı şey mi abi? Kendini kandırıyorsun bence.” dercesine iç çekiyor. “Biliyorum be Mecburi, ben rakıyı sevdim diye rakının da beni sevmesi şart değil biliyorum da... Kendine yalan söylemek gerekiyor bazen de...” Bakıyorum Mecburi de dertleniyor, iç çekiyor gene oradan anlıyorum. “Canını sıktım durduk yere, kim bilir ne dertlerin vardır senin de.” diyorum, Mecburi suskun, ben de susuyorum.


Başım ağrımaya, güneş İstanbul'a büyük sahara muamelesi yapmaya devam ediyor, ben kendimi bok gibi hissediyorum. Hiç konuşmadan rakılarımızı içiyoruz. Sonra Mecburi iç çekiyor.

1 comment:

  1. 'Doubtless,'said i,'what it utters is its only stock and store
    Caught from some unhappy master whom unmerciful disaster
    Fallowed fast and fallowed faster till his songs one burden bore-
    Till the dirges of his hope that melancholy burden bore
    Of 'Never-nevermore.'

    ReplyDelete