Merhaba dünyalılar,
Bu sabah da her sabah gibi uyandım. Yataktan banyoya ulaşana kadar başıma ilginç birşey gelmedi. Üstelik banyoda da macera yaşamadım. Yüzümü yıkadım ve aynada her sabah gördüğüm kişiye merhaba dedim. Derken bir an ayna denen zımbırtının ilginç bir özelliğini fark ettim: bu meretin kendi görüntüsü yoktu. “ulan” dedim kendi kendime, “ne acayip bir şey bu ayna.” sonra kendi macermı yaratmak adına, “Nedir bu aynanın sırrı?” diye düşünerek konuyu daha derinlemesine incelemeye karar verdim.
Araştırınca fark ettim ki insanoğlunun kendi aksine olan ilgisi insanlık tarihi kadar eski neredeyse. Atalarımız kendi yansımalarına ilk olarak su yüzeyinde karşılaşmıştır muhtemelen, bu konuda kimsenin net bir bilgisi yok. Ancak delişmen insanoğlunun bununla yetinmeyerek bir zaman sonra ayna denen nesneyi icat ettiği bilinen bir gerçek. Bu arada geçen zaman ne kadardır bilmiyoruz. Ancak, Orta anadolu'da bulunan Çatalhöyük yerleşkesinde kimi kadın mezarlarında bir tür volkanik cam türü olan obsidyenden yapılmış aynalar bulunduğunu biliyoruz ve bu aynalar m.ö. 7000 yılına tarihlenmekte. Demek ki en az dokuz bin yıldır ayna teknolojisine sahibiz. İlk aynaların kadın mezarlarında bulunmasından anlaşıldığı üzere -ki buna hiç şaşırmıyoruz nedense- konuya kadınların yaptığı katkı büyük, aynaya verdikleri önem zaten aşikar. Neyse, her teknolojik ürün gibi aynalar da belli bir değişim geçiriyor elbette. m.ö. 4000 yıllarında, dönemin kadınları obsidyen aynalardan sıkılmış olacak ki, yakın doğuda bakır-gümüş ve bakır-kalay alaşımlarından üretilmiş bronz aynalar kullanılmaya başlanıyor m.ö. 2000 lerde orta ve güney amerika'daki kadınlar cilalanmış taştan aynalarla yetinmek durumundalar. Muhtemelen kadınların talepleri doğrultusunda Romalı erkekler m.s. 1. yüzyılda siyah camdan aynalar üretebiliyorlar, 11. yüzyıla gelindiğinde ise İspanya'da bu gün bildiğimiz aynaların ilk versiyonları üretilmeye başlanıyor. Kısaca tarihçesi bu aynanın, on beş dakikalık araştırma ile ulaşılabilir. Ama hiçbir masraftan kaçınmayan ben konu üzerinde akıl dingildetmeye devam ediyorum.
Ayna konusununda araştırmalarım devam ederken bu konuya ilk kafa yoran kişi olmadığım daha da belirginleşmeye başlıyor, mesela: Yirminci yüzyıla gelindiğinde artık kimi bilim insanları da ayna meselesiyle ilgileniyorlar. Amerikalı filozof ve psikolog James Mark Baldwin, aynalar, insan ve şempanze yavrularını kullanarak bir deney gerçekleştiriyor. Bu deneyde ulaşılan sonuç ilginç: ayna karşısına yerleştirilen şempanze yavruları aynadaki yansımalarıyla çok ilgilenmezken, insan yavruları büyük bir ilgiyle aynayı incelemekte ve yansımaları ile kendileri aralarındaki bağı kolayca kurabilmekteler. Demek ki aynanın büyüsü beşeri bir durum. Devam edelim, mevzu bahis deney ilerleyen yıllarda Fransız filozof ve psikanalist Jacques Lacan'ın “ayna evresi-mirror stage” olarak adlandırdığı teorisine zemin hazırlıyor. Mösyö Lacan’a göre. Bu kavrayış insana öznelliğine doğru ilk adımını attırarak onu bu adımdan önce kendisinden ayrı ya da farklı olarak algılamadığı çevresindeki varlıklardan yani varoluşun geri kalanından da koparıyor. İnsan ayna ile ilk karşılaşması sonucunda aynadaki aksinin kendi olduğunu onaylar onaylamaz öteki kavramıyla da tanışıyor. Oysa bu bir yanılgı, çünkü aynadaki insan değil onun aksi ve insan yaşadığı psikolojik süreçleri ve düşünsel karmaşayı aynadaki yansımanın sahip olduğu tek fiziksel bütüne asla indirgeyemiyor. Ancak bu yanılsama aynayla özdeşim kurmak ve bir birey olarak varlığını kavramayla sonuçlanıyor ve "ben" fikri gündeme geliyor. Demek ki ayna insanın bedenini ve kendisini bir varlık olarak kavramasını sağlayan ilk nesne oluyor Mösyö Lacan'a göre. Anlaşılan ayna ve insan ruhu, ya da pysche diyelim, arasında bir bağ söz konusu.
Oysa Mösyö Lacan doğmazdan çok önce insanlar bu bağ hakkında kimi fikirlere ulaşmışlar bile, ortaçağ avrupasında aynanın ruhu yansıttığına inanılıyor, eğer ruhunuz yoksa yansımanız da olmaz diye düşünülüyor. Vampir efsanelerinde bu yaratıkların aynada yansımaları olamaması da bu sebepten. optik bilimi gelişene kadar bu inanış hayatta kalıyor.
Avrupa'da aynalara bu muamele yapıla dursun, Anadolu'da aynaya yüklenen mistik anlam biraz daha farklı. Anadolu mistikleri, ki biz bunlara mutasavvuflar da diyebiliriz, evrenin tanrının kendi dışında bir şey ya da bizzat tanrının kendi olduğuna değil, evrenin tanrının bir yansıması olduğuna inanıyor, evren tanrının aynasıdır diyorlar diğer bir değişle. Bu durumda evrenin bir parçası olan bizler de tanrının yansımasındaki görüntülerden başka bir şey olmuyoruz aslında. Nasıl aynanın kendi görüntüsü yoksa bizim evrenimizin de yok diyorlar, onlara göre bildiğimiz var oluş sadece tanrıyı yani mutlak varlığı yansıtıyor bir aynanın karşısındaki görüntüyü yansıtması gibi. Anadolu mistisizminin aynalarla olan ilişkisi de tıpkı mösyö Lacan'ın teorisi gibi uzun ve daha kapsamlı kimi yazıların konusu olabileceği için burada sayfanın köşesini kıvırıp yola devam ediyoruz.
Bu camdan nesnenin büyüsü kadınlar, bilim adamları ve mistiklerden fazlasını da etkilemiş elbette. “Alice in wonderland-alis harikalar diyarında” isimli meşhur kitabın yazarı Lewis Carroll, kendinden daha meşhur kahramanı Alice'yi aynanın içindeki gizemli bir dünyaya götürüyor "alice trough the looking glass-alis aynalar ülkesinde" isimli kitabında. Bu aynalar ülkesi tuhaf bir ülke, burada her şey gerçek dünyadakinin tersi. Malum aynadaki yansıma gerçek olanın negatifi -sol ile sağ yer değiştiriyor ya aynada- Belki de kendimize bakmak dışında bir amaçla bakınca başka şeyler de gösteriyor ayna.
Demem o ki: ayna dediğin bir garip cam, aynanın sırrıysa arkasındaki sır. En iyisi, siz yarın aynaya bakarken kendinizi değil de aynayı görmeye çalışın, sonra da bunları düşünün, hiçbir şey olmasa beyin jimnastiği olur.
kendimize benzer olanı farketme ve taklit etme yetenegimizi geliştirirken farklı olana sırt çevirmeye egilimliyiz.
ReplyDeleteİnsan bebekleri 6 aylıga kadar diger primatların yüzlerini birbirinden ayırabilirken, insanların dünyasında geçen ilk 9 aydan sonra bu yetenek ihtiyaç duyulmadıgı için kaybedilir. Artık bütün lemurlar birbirinin aynı görünür:)
Zaman geçmeye devam eder, kendi ırkımızla ilişkiler sürekli artar. Belli bir işi yaparken aktive olan nöronlarımız bir başkasını aynı işi yaparken izlerkende aktive olmaya başlar bu 'ayna nöronları' başkalarının aklından geçenleri anlamamızı saglar.
Aynı nöronlar, birlikteliginden hoşnutluk duyulan bir insanla tanışıldıgında duyulan bag kurma istegiyle,kişiyi o diger o kişinin hareketlerini taklit etmeye zorlar.
Belki ayna karşısında insan içten içe kusursuz bütünlügüne ulaştıgını düşlüyordur..sonsuza kadar hareketlrini taklit edecek aksini buldugu için.
evet...gecenin bir saatinde ayna ile yanilsama deneyi ararken buldum kendimi bu satirlarin sonunda.. ve bir de baktim ki yorum yaziyorum.
ReplyDeleteilginctir cok zaman bazi seyler..guzel bir yazi keyif aldim okumaktan..demek dedim icimden, benim de yazilarimi okuyan arkadaslarim ne kadar akici yazilarin var satirlar kayip gidiyor derken bosa soylemiyorlarmis...uzun zaman oldu yazamadim sayfama ekleyemedim birseyler...birden ilham geldi yazinizi okuyunca..
hayat bu...
bildigi gibi gelsin..
ve gercek su ki eger var ise aynanin varolus sebebi o da bir kadindir eminim...asla ama asla vazgecemeyiz aslimiza bakmaktan:))
sevgiler
ayse
ve olur da okumak isterseniz de
name-i-ayse.blogspot.com
beklerim efenim..
siyah aynaları romalı ibneler keşfetmiş demek :) bmw olayı
ReplyDelete