Merhaba dünyalılar,
bir hikaye daha:
Yeni kurulan ödenekli bir tiyatronun sahnesindeyiz, salon sekiz yüz küsür kişilik, yani oldukça büyük sayılır. Sahnede kimi oyuncular bir tür prova yapmaktalar. Bir tür prova diyorum çünkü seçmeler yapılmış ancak ihtiyacın iki katı oyuncu alınmış. Sahnelenecek oyunların provaları esnasında kadro belirlenecek, beğenilmeyenler kadroya giremeyecek. Bu sebepten tüm oyuncular gergin ve hemen hepsi kendini göstermek için kıçını yırtıyor. Üç tip hariç. Bu üç tip salonun ortasında koltuklara oturmuş muhabbet ediyorlar. Hal ve tavırlarında net bir ukalalık gözlemleniyor.
Bu tiplerden ilki Savaş isimli, uzun boylu, yakışıklı bir delikanlı, üç arkadaş içinde en rahat görünen o. İkincisinin adı Muharrem ve kaçınılmaz olarak arkadaşları tarafından Muko olarak çağırılıyor, orta boylu hafif tombul, yakışıklı değil ama sevimli bir arkadaş. Üçüncü tip ben oluyorum. Savaş, Muko ve ben yakın arkadaşız ve daha önce aynı sahneyi paylaşmışız. Zaten rahatlığımız da buradan geliyor çünkü salonda seçmelerden gelmeyen yegane üç insan biziz. Geçen tiyatro sezonunda oynadığımız oyun turneye bu sahneye de gelmiş ve tiyatro müdürü bizi yeni kurulan tiyatroda görmek istediğini belirtmiş. Tiyatroya torpille girdik de diyebiliriz. Önceden de tanıştığımız için provalar esnasında kimseyle muhabbet etme gereği hissetmiyoruz. Provalar başlayalı üç hafta olmuş. Savaş'ın başka şehirde yaşayan bir sevgilisi var, benim kız arkadaşım on gün kadar önce beni terk etmiş, Muko'nun hiç kız arkadaşı olmamış ancak bunun değişeceğine inancı sonsuz.
Bu esnada sahnede Çehov'un Martı isimli oyunu prova ediliyor, ben Muko'yla koyu bir muhabbet içindeyim, dolayısıyla provayla ilgilenmiyoruz. Savaş muhabbete katılamadığından olsa gerek, provayı takip ediyor. Sahnede genç bir kız “Nina” rolü için deneniyor. Neden sonra Savaş:
- “Psst! Bu kız tam senlik.” diyor, cümledeki "sen" ben oluyorum.
Bunun üzerine sahneye bakıyorum. Sahnenin ortasında ufak tefek bir kız ayakta duruyor. Kızın üzerinde yeşil bir bluz, altında siyah tayt ve ayaklarında yeşil konversler var. Saçları kızıl ve kıvırcık, çok güzel bir yüzü, ufacık burnu, ufacık burnunun üzerinde minnacık bir beni var. Kız:
- “Bir martıyım ben, yo hayır bir aktristim, öyle değil mi?” diyor.
Kızın söylediklerinin konumuzla bir ilgisi yok, Dr. Çehov'un sözleri onlar, ancak kızın ağzına fena halde yakışıyorlar, ya da bana öyle geliyor. Gözlerimi kızdan alamıyorum. Kalp atışlarım hızlanıyor, yüzümün kızardığını hissediyorum. Bana ne olduğunun henüz farkında değilim. “Kim bu kız çocuğu?” diye düşünüyorum. Bu esnada Muko:
- “Oha! Oğlum bu kız çok güzel” diyor, ben bir şey diyemiyorum.
Prova'ya ara veriliyor. Muko, ben ve Savaş öğlen yemeğine gidiyoruz. Muko kızla nasıl tanışabileceği konusunda fikir yürütüyor, Savaş onu ciddiye almıyor, ben alıyorum. Nedense:
- “Nedir abi, git tanış işte” diyorum.
Muko:
- “Evet abi, ne kaybederim ki?” diyor, bu kadar kolay ikna olmasına gıcık oluyorum.
Yemekten sonra üçümüz birlikte tiyatroya doğru yürüyoruz. Yürürken de tiyatro ortamında sosyalleşme gereğinden dem vuruluyor. Yol üzerinde tiyatrodan kimi insanların bir kafede çay içtiğini görüyoruz, Kız Çocuğu da orada. Muko yanlarına gitmemizi istiyor ben karşı çıkıyorum. Savaş'ın da Muko'yu desteklemesiyle yanlarına gitme kararı alıyoruz. Biz daha bu kararı alırken gruptan birileri bize el sallıyor. Karşılık veriyoruz. İçeri girip yanlarına oturuyoruz. Nedense onlar isimlerimizi biliyorlar, ben kimsenin ismini bilmiyorum. Tanışıyoruz, Kız Çocuğu, Fatih, Esma, Simge. Simge dışındakiler önceden tanışıyorlarmış, seçmelere birlikte girmişler. Fatih biraz hıyar bir tip, Esma yaşça hepimizden büyük, Kız Çocuğu benden bir yaş küçük. Bense yirmi yaşındayım henüz. Bir kahve içimlik süremiz var. Vaktimiz anca tanışma faslına yetiyor. Kız Çocuğu neredeyse hiç konuşmuyor, utanmış gibi. Utangaç bir tip olduğu anlaşılıyor. Bu arada Muko seri saçmalıyor, Savaş buna çok gülüyor, ben durumu kurtarmaya uğraşıyorum. Sonra hep birlikte tiyatroya dönüyoruz. Provaların bu kısmında biz sahneye çıkıyoruz, Muko'yla ben aynı rol için deneniyoruz. Muko nedense heyecanlanıyor, ben daha rahatım. Sahnede olduğum süre dışında Kız Çocuğu'nu düşünüyorum. Prova her zamanki gibi çok geç bitiyor. Benim evim uzak olduğu için zaman zaman Savaş'ta kalıyorum. Ama bu gün eve dönmem gerekiyor. Muko ile aynı otobüse biniyoruz, otobüste Simge ile karşılaşıyoruz. Birlikte oturup yol boyunca muhabbet ediyoruz. Muko sürekli Kız Çocuğu ile ilgili sorular soruyor, bunun dışında can sıkan bir durum yok yol eğlenceli geçiyor.
Ertesi gün Muko saçlarını kestirmiş olarak geliyor. Savaş gün boyu Muko'yla dalga geçiyor. Bu arada önceki akşam dönüş yolunda Savaş da tiyatrodan bir kızla tanışmış. Kızın adı Derya, salonda yanımıza oturuyor. Kız Çocuğu yanımıza oturmuyor, o arkadaşlarıyla birlikte üç sıra önümüzde oturuyor. Yerimize otururken dönüp bize bakıyor, ben gülümsüyorum Muko el sallayıp şebeklik yapıyor, Kız çocuğu pek ilgilemiyor, Simge yanımıza gelip bir şeyler anlatıyor sonra gidip Kız çocuğu'nun yanına oturuyor. Provanın ilk kısmı olaysız geçiyor. Ben sahneye çıkmıyorum ama Muko, Savaş, Kız çocuğu ve Derya sırayla sahneye çıkıyorlar. Derya ve Kız Çocuğu aynı rol için deneniyorlar. Ben ikisini de yetenekli buluyorum. Savaş beklediğimden kötü oynuyor, Muko dünden daha iyi.
Öğle arası oluyor. Bu sefer öğle yemeğine giderken Derya da bizimle geliyor. Derya ile hepimiz çok iyi anlaşıyoruz. Savaş'ın Derya'yı beğendiği çok açık. Derya da güzel kız. Ben yemek boyunca Kız Çocuğu'nu düşünüyorum. Muko durup durup lafı Kız Çocuğu'na getiriyor. Bu esnada Muko, Simge ile konuştuğunu yemekten sonra aynı kafede olacaklarını bizi de çağırdıklarını belirtiyor. Mecburen gidiyoruz. Kafede Muko kız Çocuğu'nun yanına oturuyor, ben Simge ve Derya arasına oturuyorum, Derya'nın diğer yanında Savaş var. Muhabbet esnasında konu neden tiyatoyu seçtiğimize geliyor. Ben:
- “Tiyatroda çok kız oluyor dediler, ben de oyuncu olmaya karar verdim.” diyorum, herkes çok gülüyor.
Neşeli geçen bir yarım saatin ardından tiyatroya geri dönüyoruz. Provaların ikinci kısmı çok sıkıcı geçiyor ve ben gene sahneye çıkmıyorum. Biraz moralim bozuluyor. Prova uzun sürdüğü için bir ara daha veriliyor. Dışarı çıkmıyoruz, hep birlikte kuliste oturuyoruz. Çok çay, daha çok sigara içiliyor. Ben o zamanlar çaydan hazzetmiyorum, kahve içiyorum. Ancak salak olduğum için herkesin çay içme ritmine uyuyorum, kafein manyağı oluyorum. Kafeinin de etkisiyle coştukça coşuyor, konuştukça konuşuyorum. Kulisteki çoğu kişiyle yeni tanıştığımız için insanların gözünde ilk izlenimim bu yönde oluyor. Kız Çocuğu gene çok konuşmuyor, utangaç bir insan olduğu her halinden belli zaten. Bu durum benim anlamsızca hoşuma gidiyor. Provanın son kısmında da sahneye çıkmıyorum, bu sefer gerçekten sinirleniyorum.
Prova sona erdikten sonra kulisi herkesten önce terk ediyorum. Kulis kapısının dışında sigara içerken Kız Çocuğu geliyor:
- “Ateşin var mı?” diyor.
Kahramanca sigarasını yakıyorum.
- “Sahnede seni çok beğendim. Bence Nina rolü senin.” diyorum, yüzü kızarıyor.
- “Ben de seni çok beğeniyorum. Sahnede yani.” diyor, bu sefer ben kızarıyorum.
Muko geliyor, yavşakça:
- “Ne konuşuyorsunuz bakiim?” diyor.
- “Çarlık Rusya'sında oyuncu olmanın zorlukları.” diyorum, Kız Çocuğu gereksizce çok gülüyor.
Sonra Simge, Muko ve ben gene aynı otobüse biniyoruz. Yol boyunca muhabbet ediyoruz, Simge'in çok cana yakın olduğu anlaşılıyor, iyi bir kız olduğunu düşünüyorum. Muko gene Kız Çocuğu hakkında kimi sorular soruyor. Bu sefer meseleye Simge de uyanıyor ve nedense buna çok seviniyor.
Birkaç gün sonra tiyatroda kimlerin kalacağı açıklanıyor, tanıdığım herkes kadroda, buna seviniyorum. Aynı akşam gidenlerle vedalaşıyoruz, tanımadığım bir sürü insan bana sarılıyor, hemen hepsi görüşelim, bağlantıyı koparmayalım diyor. Ben de onaylıyorum fakat kimseyle görüşmek gibi bir planım yok. Tanımıyorum ulan, neden görüşeyim?
Bir hafta boyunca başka bir değişiklik olmuyor, günler öyle geçip gidiyor. Derya ve Simge ile samimi oluyoruz. Artık Derya'yı arkadaşım olarak görüyorum, Savaş ile aralarında daha fazla bir yakınlık olduğu anlaşılıyor, fakat ikisinin de sevgilileri var. Muko, Kız Çocuğu'nun arkadaşlarıyla iyiden iyiye samimi oluyor. Fatih'in bana biraz gıcık olduğu anlaşılıyor, bunun nedeni ise anlaşılamıyor. Artık yemek aralarını ve diğer molaları kalabalık bir grup halinde değerlendiriyoruz. Ben geçen bu süre içinde Kız Çocuğu'na aşık olduğumdan emin oluyorum. Fakat bir sorun var: Muko'da ona aşık. Dolayısıyla ben kimseye derdimi açamıyorum.
Bir akşam prova sonunda genel sanat yönetmeni tiyatroda gönül ilişkilerine Müsaade etmeyeceğinden bahsediyor. Profosyonel hayatla özel hayatın karıştırılmaması gereği üzerine bir konuşma yapıyor. Aynı akşam dönüşte ben, Muko ve Simge her zamanki gibi aynı otobüse biniyoruz. Yolda sanat yönetmenin yaptığı konuşma tartışılıyor. Muko:
- “Olmaz öyle şey kardeşim, isteyen olur sevgili!” diyor.
Simge de onaylıyor. Ben de aynı fikirdeyim:
- “Zaten mesele sevgili olup olmamak değil, bunu işe yansıtmamak” diyorum, Muko da Simge de bana katılıyor.
Laf dönüp dolaşıp ilk kim çift olur dedikodusal boyutuna geliyor. Simge:
- “Ben ilk kimlerin sevgili olacağını biliyorum.” diyor.
Muko da ben de kimden bahsettiğini çok merak ediyoruz doğal olarak. Simge isim vermek istemiyor. Israr ediyoruz, sonunda tahmin ettiği çiftin Muko ve Kız Çocuğu olduğu anlaşılıyor. Muko mutluluktan uçuyor, bense bombok oluyorum. Simge otobüsten indikten sonra Muko, Simge ile Kız Çocuğu arasındaki samimiyetten dem vuruyor:
- “Simge bunu diyorsa vardır bi bildiği, oldu bu iş oğlum!” diyor.
Ben pek bir şey diyemiyorum. Muko indikten sonra kara kara düşünerek eve ulaşıyorum, o gece hiç uyuyamıyorum.
Ertesi gün, artık nasıl görünüyorsam, sırasıyla Savaş, Muko, Derya, Simge, Esma, yönetmen ve Kız Çocuğu bana “kötü bir şey mi oldu?” sorusunu yöneltiyorlar, Fatih konuyla ilgilenmiyor. Ben:
“Gece uyuyamadım, ondandır.” diye yalan söylüyorum.
Bu arada tiyatronun Genel Sanat Yönetmeni ve Belediye'nin Sanat Danışmanı arasında bir gerginlik olduğu anlaşılıyor. Herkes konunun iktidar mücadelesi olduğuna emin.
Muko, Simge'nin verdiği enformasyon ışığında cesaret kazanıyor, Kız Çocuğu ve arkadaşlarıyla gittikçe daha fazla zaman geçiriyor. Ancak Muko'nun kur yapmaktan anlamadığı iyice anlaşılıyor. Ben, Kız Çocuğu ve Muko ile aynı ortamda bulunmak istemiyorum pek. O yüzden öğle yemeklerine Derya, Savaş ve ben birlikte gidiyoruz artık. O sıralarda oynanacak oyunlar kesinleşiyor, hala kimin hangi rolü oynayacağı açıklanmış değil. Bütün oyuncular arasında bir huzursuzluk baş gösteriyor.
Bu iç karışıklık ortamından bir tek ben şikayetçi değilim, ancak bunu çaktırmamaya özen gösteriyorum. Bütün ekipte moraller bozuk, kimi provalarda ufak çapta tartışmalar baş gösteriyor. Artık oyuncular arasında da klikleşmeler söz konusu. Kız Çocuğu'nun da ruh halinde belirgin bir depresifleşme gözleniyor genel sıkıntıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bendeki sıkıntıyı da herkes aynı konuya bağlıyor fakat alakası yok. Artık gecem gündüzüm birbirine girmiş durumda.
Derken, bir gece evde tek başıma otururken çıldırmanın eşiğine geliyorum. Telefona sarılıp Savaş'ı arıyorum:
- “Savaş, sana bir şey söylemem gerekiyor.”
Savaş uyku sersemi:
- “Bu saatte mi?”
- “Konunun saatle bir ilgisi yok.”
- “Saatle ilgili olan benim zaten daha konuyu bilmiyorum.”
- “Öğrenmek üzeresin fakat nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum.”
- “Keşke nasıl söyleyeceğine karar verseydin önce.”
- “Zevzekliğin lüzumu yok, ölüm kalım meselesi.”
- “Tamam o zaman, ön sevişmeyi geçelim direk olaya gir.”
- “Olay bana girdi zaten o yüzden rahatım.”
- “Çıkar lan o zaman, uyuyacağım.”
- “Evet, haklısın. Ben bu Kız Çocuğu'na aşık oldum.”
- “Ne zaman?”
- “İlk gördüğüm zaman.”
Savaş bir kahkaha kopartıyor:
- “E Muko?”
- “Evet, Muko. Onu da arayacağım şimdi. Diyeceğim ki: bir hafta süre veriyorum yoksa ben çıkacağım o kızla.”
- “Siktir ulan o kız ikinize de bakmaz.”
- “Savaş!”
- “Ne?”
- “Hassiktir!” diyor ve telefonu kapatıyorum. Bir sigara yakıp Muko'ya ne diyeceğimi düşünüyorum. Sigara'ya müteakiben Muko'yu arıyorum. Muko da uykulu:
- “Ne oldu be?”
- “Muko, kusura bakma hocam çok fena bişey oldu?”
- “Nasıl?”
- “Ben bu Kız Çocuğu'na aşık oldum.”
- “...”
- “Valla bilerek olmadı.”
- “O ne demek be?”
- “Sen direk söyleyince ben bir şey diyemedim ama ilk gördüğümden beri fenayım.”
- “E şimdi ne olacak?”
- “Şöyle diyeyim, bir hafta içinde ayarladın ayarladın. Yoksa ben çıkacağım o kızla.”
- “Allah allah.”
- “Allah'lık bir durum yok. Çok ciddiyim ve fena halde kararlıyım.”
- “...”
- “Kusura bakma.”
- “Yok canım, yani yapılacak bir şey yok. Ne yapalım.”
- “İyi geceler.”
- “Sana da.”
Gece yarısı yaptığım bu şok ve dehşet operasyonundan sonra fena halde rahatlıyorum. Yalnız bir sorun var: Kız Çocuğu ne düşünüyor acaba? Simge'nin verdiği enformasyon benim açımdan iç açıcı değil. Üstelik Muko'nun lojistik avantajı da var, bu güne kadar Kız Çocuğu ve arkadaşlarıyla daha çok vakit geçirmiş. Muko'nun kur yapma konusundaki kifayetsizliği dışında lehime görünen bir şey yok ortada. Bu ve benzeri düşünceler içinde sayısız sigara eşliğinde sabahı zor ediyorum.
Ertesi gün prova için tiyatroya ulaştığımda ilk Savaş'ı görüyorum. Savaş:
- “Dün gece rüya mı gördüm, yoksa gerçekten aradın mı beni?”
- “Aradım.”
- “Muko'yu?”
- “Onu da aradım.”
- “Ne dedin peki?”
- “İşte sana söylediklerimi.”
- “Harbi mi? O ne dedi?”
- “Pek bir şey demedi, uyku sersemliği ve benim söylediklerimin etkisiyle paralize oldu, ben de hemen telefonu kapattım.”
- “Yuh!”
- “Ciddiyim oğlum ben.”
- “Hay amına koyayım, şimdi ne olacak.”
- “Bilmiyorum ki.”
Derken Muko geliyor. Kafası karışık olduğu her halinden belli olan Muko önce ne diyeceğini bilemiyor sonra:
- “Abi, bir konuşalım mı seninle?”
- “Konuşalım.”
- “Savaş, abi bir dakka Müsaade edersen...”
- “Gerek yok ona da söyledim.”
- “Hadi ya?”
- “Evet.”
- “Abi sen ciddi misin?”
- “Son derece.”
- “Hay Allah.”
- “Ne diyeyim iyi olan kazansın.”
Savaş:
- “Oha o ne demek lan!”
- “Ne desem boş zaten, ne fark eder.”
- “O da doğru.”
O gün provada Muko'yla hiç konuşmuyoruz. Aralarda Muko Kız Çocuğu ve arkadaşlarıyla, ben Savaş ve Derya ile vakit geçiriyorum. Savaş konuyu Derya'ya da açıyor. Derya olanlara çok gülüyor. Akşam çıkışta içelim önerim ikisi tarafından da onaylanıyor. Benim için eziyet gibi bir gün geçiyor ve fakat sahnede çok vakit geçirdiğimden zaman hızlı akıyor, üstelik sahnedeki performansım çok beğeniliyor.
Prova çıkışı Derya, Savaş ve ben içmeye gidiyoruz. Bir süre sonra Muko'nun da yanımıza geleceği anlaşılıyor. Ben daha Muko gelmeden çok sarhoş oluyorum. Muko'nun yanımıza gelmesi ve sarhoş olması arasında sadece on beş dakika olduğundan gece boyunca Muko'yla sarhoş muhabbeti yapıyoruz. Bu olayın arkadaşlığımızı etkilememesi temalı çok uzun konuşmalar ve öpücemler sonunda gece tamamlanıyor. Ben Savaş'ta kalıyorum Muko ve Derya evlerine dönüyorlar.
Ertesi gün akşamdan kalmayım fakat o kadar da hasar yok. Derya'nın göz altları mosmor, Savaş ise bütün prova boyunca uyukluyor. Muko da ölü gibi, başı fena ağrıyor. Ben Muko'nun bir gün daha kaybetmiş olmasına seviniyorum, ama elbette bunu saklıyorum. Centilmence davranma sözü vermediğim için vicdan azabı da çekmiyorum.
Takip eden altı gün boyunca tiyatroda kız Çocuğu ile karşılaşmamaya özen gösteriyorum. Provalar şiddetlenerek devam ediyorlar, artık kimin hangi rolü oynayacağı aşağı yukarı tahmin edilebiliyor. Muko ve ben oyunlardan birinde hala aynı rolü çalışıyoruz, kimin rolü alacağı muallakta. Ben kafamı dağıtmak ve zaman geçirebilmek amacıyla kendimi provalara veriyorum, evde dahi rol çalışıyorum. O sıralar kendimi sadece sahnede iyi hissediyorum. Muko bir türlü harekete geçmiyor ya da geçemiyor, o cephedeki gelişmeleri Savaş ve Derya'nın verdiği haberler üzerinden takip ediyorum anlaşılan durumda bir değişiklik yok. Günler geçtikçe Muko'da artan bir gerginlik gözlemleniyor.
Muko'yla yaptığımız telefon görüşmesinin üzerinden tam bir hafta geçiyor. Prova sona erdiğinde rol dağılımları açıklanıyor; Muko ile birlikte denendiğimiz rolü ben alıyorum, Kız Çocuğu Nina oluyor. Aynı anda üç oyun çalışıldığı için Muko da Savaş da Derya da ben de tatmin edici roller alıyoruz, hiçbirimizin rol dağılımıyla ilgili şikayeti olmuyor. Bu arada Genel Sanat Yönetmeni ve Sanat Danışmanı arasındaki çekişme artık iyiden iyiye göze batıyor.
Prova sona erdiğinde kuliste gündem rol dağılımları. Kimi arkadaşlar önemli rolleri alanları tebrik ederken kimileri kendi rollerini küçük buluyorlar. Kız Çocuğu, ben ve Savaş en çok tebrik edilenlerdeniz. Ben rol dağılımıyla ilgilenmiyorum, aklımda bambaşka bir şey var uygun zamanı kolluyorum. Derken Kız Çocuğu'nun dolapların olduğu koridora girdiğini görüyorum, bu koridor erkek ve kadın soyunma odalarının ortasında ve karşılıklı iki duvarı dolaplarla dolu. Ben hemen kulis dolabına yerleştirdiğim kostüm yeleğimi alıp koridora gidiyorum. Koridorda Kız Çocuğuyla göz göze geliyoruz:
- “Tebrik ederim.” diyorum, “Nina rolünü senin alacağından şüphem yoktu.”
- “Teşekkür ederim, Derya da çok iyiydi ben o alır diye düşünmüştüm.”
- “Sen daha iyiydin.”
- “Ben de seni tebrik ederim, sen de güzel roller aldın.”
- “Sağ ol, şüphem yoktu zaten.” diyorum, gülüyor. Bu esnada dolapla işi bitiyor.
- “İyi akşamlar yarın görüşürüz.” diyor.
- “Bir dakika!” diyorum.
- “Efendim?”
- “Aslında sana söylemek istediğim bir şey var.” diyorum, biraz telaşla etrafa bakınıyor, bu iyi değil diye düşünüyorum.
- “Bence bir şey yapmalıyız.”
- “Anlamadım?”
- “Yani, demek istediğim birlikte bir şeyler yapmalıyız...”
- “Nasıl bir şeyler?”
- “İşte kahve içmeye falan gidelim, ya da ne bileyim sinema...”
- “Biz her gün gidiyoruz, sen pek gelmiyorsun bu aralar.”
- “Öyle değil... Yani evet haklısın da dediğim o değil... demek istediğim belki ikimiz... sen de istersen tabi...”
Kız Çocuğu'nun yüzü kızarıyor.
- “Normalde bu kadar saçmalamam konuşurken, yani... saçmalayabilirim de daha seri yaparım en azından...” ecel terleri döküyorum, sanırım az sonra kalbim duracak, her yanımı ateş basıyor derken Kız Çocuğu gülüyor, bu iyi, bu gülüşten cesaret alıyorum:
- “Seninle arkadaş olmak istemiyorum!”
Bu lafın ardından bir an buz kesiyorum, aramızdaki gerginlik neredeyse elle tutulabilecek hale geliyor, “ne dedim lan ben!” diye düşünüyorum.
- “Daha fazlası olsun istiyorum” deyiveriyorum.
Kız Çocuğu önüne bakıyor, yüzü kızarmış onu fark ediyorum. Birkaç saniye sessizlik oluyor, sonra Fatih dallaması koridorun başında beliriyor, Kız Çocuğuna sesleniyor:
- “Hadi seni bekliyoruz.”
O an Fatih'in direk ölmesini istiyorum “Allah belanı versin Fatih!” demiyorum, ama dermiş gibi Fatih'e bakıyorum. Allah Fatih'in belasını vemiyor, Fatih hala kalas gibi orada dikiliyor. Kız Çocuğu:
- “Beni bekliyorlar, gitmem gerekiyor.” diyor “Sonra konuşalım, olur mu? Çok ani oldu.”
- “Tamam, sen bilirsin.” diyorum, ve Fatih'le uzaklaşmalarını olduğum yerden izliyorum, hareket edecek durumum yok. Birkaç saniye sonra koridordan çıkıyorum, Muko, Savaş ve Derya'nın şaşkın bir şkilde beni beklediklerini fark ediyorum. Savaş:
- “Lan harbiden konuştun mu?” diyor.
- “Evet.” diyorum.
Muko:
- “Ne dedi?” diye soruyor.
- “Bişey demedi, büyük saçmaladım zaten, sarhoş olalım mı?”
Muko, eve gitmesi gerektiğini belirtiyor, hepimiz ortada bir gereklilik olmadığını biliyoruz. Ama adam da haklı ses çıkaramıyorum. Savaş sarhoş olma fikrini hemen benimsiyor, Derya çok yorgun olduğu için izin istiyor. Ancak tiyatrodan caddeye yürüdüğümüz süre içinde Derya da ikna oluyor. Taksim'e gidiyoruz. Ertesi gün prova olmamasının da verdiği rahatlıkla hep birlikte zurna oluyoruz. Ben gece boyunca Kız Çocuğu'ndan bahsediyorum. Alkolün verdiği anlayışla beni dinliyorlar. İçtiğimiz barda içinde Kız Çocuğu'nun adı geçen bir şarkı çalınıyor ben iyice dağıtıyorum.
Ertesi gün Savaş'ın evinde uyanıyorum, gecenin sonu hakkında hiçbir fikrim yok. Günü Savaş'la film seyrederek geçiriyoruz, arka arkaya Star Wars serisini izlemek beni biraz kendime getiriyor. Savaş'la dark side'a geçme kararı alıyoruz. Akşam Derya bize makarna getiriyor onu yiyoruz. Gece birlikte ertesi günkü provaya hazıalanıyoruz. Ben pek uyuyamıyorum, Savaş'ın kitaplığında bulduğum bir kitabı okuyarak zaman geçiriyorum.
Sabah kahvaltı yapıp provaya gidiyoruz, prova boyunca Kız Çocuğu'na bakıyorum o hiç bana bakmıyor. Çok gerginim, neden bir şey söylemiyor? Kız Çocuğu'yla hiç konuşmadan gün bitiyor, benim canım çok sıkkın. Çıkışta Muko, ben ve Simge aynı otobüsteyiz. Neredeyse hiç konuşmuyoruz. Ben ve Muko'nun gerilmek için haklı sebeplerimiz var, Simge'nin neyi var bilmiyorum. Muko ile bendeki gerginliğin Simge'yi de etkilediğini düşünüyorum.
Uykusuz geçen bir gecenin daha ardından provaya gidiyorum. Kız Çocuğu'nun benden uzak durduğuna eminim. Hayattan soğuyorum, Hiçbir şey yapasım gelmiyor. Provada çok kötü oynuyorum, yönetmenden azar işitiyorum fakat umrumda değil: zaten hiçbir şey umrumda değil herşeyden kaçmak istiyorum. Vicdan azabı gibi geçen prova nihayet bitiyor, kulise iniyoruz. Herkes bir an önce eve dönmek istiyor, benim acelem yok. Kuliste tek kalıyorum. Aynanın karşısında oturmuş sigara paketimi ararken içeri Kız Çocuğu giriyor, aynadan görüyorum. Kız Çocuğu:
- “Merhaba.” diyor.
- “Merhaba.”
- “Nasılsın?”
- “İyi olmaya çalışıyorum.” diyip bir sigara yakıyorum.
- “Yarın provadan sonra birşeyler yapalım mı? İkimiz...”
Ağzım açık kalıyor, doğru duyduğumdan emin değilim, bu esnada sigara ağzımdan kucağıma düşüyor, ben fark etmiyorum, Kız Çocuğu:
- “Sigara!”
- “Olur tabi çok sevinirim.”
- “Sigara diyorum, pantalonun yanıyor!”
- “Ne?” Sigarayı görüyorum,
- “Hassiktir! Pardon!” sigarayı yanan ucundan tutuyorum elim yanıyor.
- “Hassiktir!” sigarayı fırlatıyorum.
Bu arada Kız Çocuğu gülmeye başlıyor, ben yerin dibine girdiğimden eminim:
- “Kusura bakma bir an, şaşırdım tabi. Yarın olur, demek istediğim çok isterim, biliyorsun... eğer vaz geçmediysen.”
Gülüyor, yerden sigarayı alıp küllükte söndürüyor, sonra:
- “Vaz geçmedim. Yarın provadan sonra. İyi akşamlar.” diyor, bana gülümsüyor ve çıkıyor.
- “İyi akşamlar.” diyorum, o anda tüm dünyadaki en mutlu insan olduğumdan hiç şüphem yok, sanki hayatım yeni başlıyor...
DEVAM EDEBİLİR